top of page

Selâm ile...

 

Mayıs, hem Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl’ın, hem de yürüyen Büyük Doğu İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun dünyaya teşrif ettikleri ve ebediyete irtihal ettikleri ay.

 

Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu, artık ruh ve büyüklük doğuramaz olmuş bir millete Hakk’ın bir armağanıydı. Şayet bugün İslâmî hareket güçlüyse, iki yüz yıldır çevrede tutulmuş, hor görülmüş bir halk, ilk defa kendi içinden İslâm’la barışık bir iktidar çıkarabildiyse, tüm başarısını ve zenginliğini bu insanlara borçludur. Zira varoluşa anlam veren şey, ihtimâller âleminin posasından ibaret “ortalama” insandan değil, farklı bir yaratılışa sahip bu tür büyük dehalardan ileri gelir; onları farklı ve vazgeçilmez kılan şey yaratıcı olmalarıdır, sonrakiler ise sadece artçı ve takipçilerdir. Ancak ceza ve ödülün tesirini gösterebilmesi için, öncelikle bunu kabul edecek bir “zemin”in olması, yoksa da bunun hazırlanması gerekir. Dolayısıyla, çağının temsilcisi ve “fikri aristokrasi”nin en seçkin iki insanının sevgisi ve eserlerinin gücüyle kuşatılmış her insan ya onlar gibi olmaya bakmalı ya da onlardan bir an önce uzaklaşmalıdır. Çünkü bayağılık ve zayıflığın bu büyük insanların yanında hiç bir zaman yeri olmadı. Gerçeklikle tüm bağı renk körü mesabesinde olanlar, her şeyiyle gerçek olan bu gerçek insanları ve eserleri anlayamadı. Çünkü anlamak asla kendini başkasının yerine koymak değildir; kalbinizdeki duyguları, kafanızdaki fikirleri paylaşabileceğiniz bir insanla birlikte daha büyük bir gerçekliğe ilgi duymaktır, anlamak. Ne var ki, tutkuyla bir şeye bağlanma istidadınız yoksa, ne gerçek halinize bürünebilir ne de bir şeyi gerçekten sevebilirsiniz. “Allah indinde din İslâm’dır.” Ve din güzellik sevgisidir. Çile çekmemiş kimsede ise hayır yoktur. Fikrî dokunuşlarıyla bizlere dinimizi sevdiren, bizleri bütünleyen bu iki güzel ve çilekeş insanı, “Fikir Aristokrasisi’nin İki Güzide İnsanı”nı hasret, minnet ve rahmetle anıyoruz, mekânları cennet olsun.

 

Mevlüt Koç, “Kelâmın Sırlarına Ermiş Yüce Bir Ruh” başlıklı yazısında Üstad Necip Fazıl ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na nasıl bakılması gerektiğini ifade ederken “Tarihte, yaşarken kıymeti bilinmemiş hak ettikleri değeri görmemiş, sürülmüş, “yargılı” yahut yargısız infazlarla hayatlarına el konmuş insanları düşünmek son derece üzücüdür, insanı derinden yaralar. Sonradan göklere çıkarılacak, okullarda zorunlu ders olarak okutulacak olsalar da, bu gerçeklik değişmez.” diyor.

 

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun perde ardına geçişinin sene-i devriyesi vesilesiyle Salih Mirzabeyoğlu cezaevinde iken, O’nun hayatı ile ilgili belgesel çalışması için Tayyar Tercan’ın, Baran Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Kâzım Albayrak ile yaptığı röportajın çözümünü sizler için yayınlıyoruz. Alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

 

Ercan Çifci de, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu ile alâkalı “Nizam ve Sır” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

M. Taha İnci’nin Seyyid Ahmed Arvasî’nin “Kendini Arayan İnsan” eserini tahlil ettiği yazısı ikinci bölümüyle devam ediyor.

 

Hatice Meryem Gezmen, “Müşrik Bir Erkeği Öldüren İlk Müslüman Kadın” başlıklı yazısında Safiyye Binti Abdulmuttalib (r.a.)’den bahsediyor.

 

İbrahim Türkan, “Platon ve Philon karşılaşsa aralarında nasıl bir diyalog geçerdi?” sorusuna cevap arıyor.

 

Üstün İnanç, Üstad Necip Fazıl’ın kendisindeki yerini ve hatıralarını Aylık dergisi okurları için anlattı. Dönemin kültürel atmosferi hakkında da bilgi veren bu röportajı alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

 

Muzaffer Ayvalıoğlu, “İlk Önce Seksen Sekiz Tuşlu Bir Piyano” başlıklı yazısından musikiden bahsediyor.

Zeynel Abidin Danalıoğlu’nun bir solukta okuyacağınız hikâyesinin başlığı “Tuhaf”...

 

Muhammed Yılmaz, Zbigniew  Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası: Avrasya Kıtası İktidar Mücadelesi” kitabını tahlil ediyor.

 

Rabb’imize bizi Ramazan’a kavuşturduğu için hamd ediyor, Ramazan-ı Şerif’i bihakkın idrak edebilmeyi temenni ediyoruz.

 

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle...

 

Allah’a emanet olun.

Aylık Dergisi 176. Sayı

15,00₺Fiyat
    bottom of page