Selam ile…
İznik Konseyi’nce kurgulanan, onanan ve dayatılan Tanrı ve Hıristiyanlık anlayışı, sömürgeciliğe ilâhî mazeret kılıfı uyduran bir girişimdi. Bu anlayış sayesinde, Hıristiyanlığın koyduğu kurallar aklın diline, laikleştirilmiş kavramlara tahvil edilirken, kilisenin tekelinden kurtarılan dinî alan da devletin denetimine geçti… İnanç, modern dünyanın ferdî ve toplumsal şartlarına adapte edildi. Görünen o ki; insanlığı ruhî, siyasî, ahlâkî ve estetik olarak yeniden yaratmaya soyunanlar, modern zamanların yarım bıraktığı “dinden çıkış” sürecini tamamlamak emelinde ve yeni sistemin yeni yapılarında dinin yeri yok! Kendin yap, kendin tap tarzı eklektik bir anlayışla herkesin kendi şahsî inancını (kendi putunu) oluşturacağı, Tanrı’sı olmayan bir Tanrısallık arayışı içindeler. Yeni sömürgeciliğe yeni kılıf oluşturarak kaotik bir ortamın meydana gelmesi için, tüm dikkatlerini, imkânlarını, ajanlarını sokakları karıştırmaya adamış durumdalar. İran’dan Şili’ye, Irak’tan Venezüella’ya, Suriye’den Hong Kong’a kadar, sokaklar bunun için karıştırılıyor.
Esasında bu durum, düzenin sürdürülemez olduğunu da ihtar ediyor. Kurmuş oldukları sömürgeci dünya düzeninin çöktüğünün farkında olan Batılı devletler, protestoları kendi lehlerine olacak şekilde yönlendirip dünyada kaotik bir ortam oluşturmak istiyorlar ve bu kaostan yeni bir dünya düzeni meydana getirebileceklerine inanıyorlar.
Bu süreçte Türkiye ise devletlerin kaos plânlarına karşı şahsiyetli bir dış politika seyrederek etrafındaki kuşatmayı yarmaya çalışıyor ve bu duruşuyla İslâm âlemine örnek teşkil ediyor. Nitekim Lübnan’daki protestolarda Türkiye’yi destekleyen sloganlar atılması da bunu gösteriyor. Başka bir örnek olarak Latin Amerika’da Venezüella sömürgecilerin kuşatmasına karşı direniyor.
Sömürgecilerin, hâkimiyeti ellerinden kaçırma kaygısıyla pompaladığı kaos siyasetini kapağımıza taşıdık ve “Sömürgeciliği Sürdürmeye Yeni Kılıf: Kaos” manşetini attık.
Kapak mevzumuzu “Üzerinde Uzlaşılan Yalanlar Bütünü Üzerine” başlıklı yazısında işleyen Mevlüt Koç, “Ülke olarak resmin bütününü iyi okumak, hazırlıklarımızı buna göre yapmak, kurtuluşumuzu kendi köklerimizde aramak, toplumsal ve kültürel dönüşümü gerçekleştirecek dil ve diyalektiğin önemini kavramak, bizim için bir zarurettir.” diyor.
Cumali Dalkılıç, “Joker 2019: Kimse Kendini Bir Başkasının Yerine Koymak İstemiyor” başlıklı yazısında şu an vizyonda olan “Joker” filmini tahlil ederken, kaos ve protestoların yaşandığı bu süreçte vizyona giren filmde protesto kültürüne yapılan göndermelere dikkat çekiyor.
Dr. Vehbi Kara, “Gün Değiştirme Çizgisini Geçince” başlıklı yazısında, kaptanlık yaptığı dönemlerde dünyanın çevresini kat ederken yaşadığı dikkat çekici hadiselerden bahsediyor.
Oyuncu-Senarist İbrahim Ethem Arslan’la Türkiye’deki sinema ve dizi sektörlerinin mevcut durumu üzerine yapmış olduğumuz mülakatı alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz. Arslan, aktörün ve dolayısıyla sinemanın, kendi kültüründen beslenmesi ve kendi kültürüne katkı yapması gerektiğini vurguluyor.
Bu sayımızda Prof. Dr. M. Harb’ın, Osman Akyıldız’ın tercüme ettiği “Türk Tiyatrosu, Necip Fazıl ve Bir Adam Yaratmak” başlıklı yazısını da sizlerle paylaşıyoruz.
Semir Hafiz, “ABD Derin Devletine Açık Mektup” başlıklı yazısında Batı’nın, dünyanın en büyük ikinci gücü hâline gelen ve sermayenin de kendisine doğru kaydığı Çin’e karşı Sünnî İslâm’la dayanışma içinde olması gerektiğinden bahsediyor ve “Bu yüzyıl, açık bir şekilde Sünnî gücün uyanışıdır. Ona karşı gelip yıkmaya çalışılacağına, onunla birlik olma yoluna gidilmelidir.” diyor.
Zeynel Abidin Danalıoğlu’nun bu ayki hikâyesinin başlığı “Ceset” ve tekdüzeleşmiş hayatına hapsolarak yaşayan bir ceset hâline gelmiş bir adamın hayatını anlatıyor.
Melikşah Sezen, “Ömer Rıza Doğrul’un “Tanrı Buyruğu” İsimli Tefsirinin İtikadî Muhtevasına Dair Bir Değerlendirme” başlıklı yazısında mevzubahis kitabı tenkit ediyor.
Bu ayki muhtevamız bu şekilde…
Bir sonraki sayımızda görüşmek dileğiyle…
top of page
15,00₺Fiyat
bottom of page